Söz

Hobi,Elişleri,Gezi,Doğa,Yaşam,Sanat
Hobby,Handmade,Travel,Nature,Life,Art

HAYATIN CEPLERİNİ BİR SİLKELEYİN HELE,
NELER DÜŞECEĞİNİ BİLEMEZSİNİZ !

4.12.2013

Cennet

Biz çocuklar, yani Aliye, ben ve Cevat Dayımın kızı Mutarra… Saçlarına yasemin kokuları sinmiş çocuklar.

Çocuklar, bu bahçe cennetten bir köşedir,” derdi ninem.
“Cennet nedir nine?”
“İyi insanlar ölünce gittiği yer, canım,”
“Ama biz ölmedik ki daha.”
‘İyi ya işte,” derdi Aliye, “burası cennet ise, hiç ölmeyeceğiz demek ki. Biz, yerimize gelmişiz bile!”


Biliyor musunuz, Aliye hiç ölmedi zaten. O, cenneti ve cehennemi bir arada bu dünyada yaşadı ve gravürleriyle, çılgın renkli abartılı giysileriyle, kocaman mavi gözleri, büyük aşkı, sınır tanımaz heyecanıyla, içinden fışkıran sevgi seliyle onu her tanımış olan kişinin yüreğinde, belleğinin bir köşesinde yaşamaya devam ediyor.

Ne diyordum size, ha evet… cennet! Cennet nasıl olur bilirdik biz, Büyükada’daki Şakir Paşa Köşkü’nün bahçesinde yaşayan çocuklar…

Cennet, bir cami ile bir kilise arasında kalan araziye inşa edilmiş, üç katlı ahşap bir Osmanlı konağı idi. Bize uçsuz bucaksız gelen bahçesinde fuller, hatmiler, yaseminler, japon gülleri, ortancalar, begonviller ve mimozalar açardı.
Giritli ninemin, memleketinden özel olarak getirttiği kekik, defne, fesleğen yapraklarının kokusu ögleden sonra çıkan esintiyle, akşamsefalarının, akasyaların rayihalarına karışır, bahçe değisik esansların ağzı açık kavanozlarda yan yana dizildiği bir parfümeri dükkânı gibi kokardı. Evin kapısının önünü tutan yola çıktığınızda ise karşınızda kiliseyi bulurdunuz. İçinde yaşayanlar da bu iki ibadethanenin temsil ettiği kültürlerin arasında kalmış, elleri, kolları ve özlemleri kilisenin sembolü batıda, yere basan ayakları ve yürekleri ise tam bulundukları yerde, yani caminin ait olduğu toplumda, kafaları az biraz karışık insanlardı…

....
Anlattıklarımı hakkıyla kavrayabilmeniz için taa en baştan başlamam gerek. Benim için her şeyin baslangıç noktası, demin size sözünü ettiğim, Ada’daki kösktür işte. Sadece benim için de değil, o köşkte doğan diğer çocuklar, yani Fahrünissa ve Aliye için de köşkün nesnellikten öte bir boyutu vardır. Biz, Şakir Paşa Köşkü’nün çocukları sanki bir ana-babanın değil de bu ahşap Osmanlı konağının tohumlarıydık. Kösk, bizi dokuz ay yerine yıllarca rahminde taşımış gibi, genlerimize sinmiş, iliklerimize işlemiş ve bize özsuyumuzu vermiştir. Sonraki yaşamlarımızda edindiğimiz her birikim ve tecrübe, her acı ve sevinç, her kazanım ve kayıp, o konağın ruhumuzu yapılayan harcının üstüne eklenmiştir. Oysa Yıldız’daki konakta doğan annem, Ayşe teyzem, Cevat dayım ile Nişantaşı konağında doğan Suat dayim Kösk’ün değil, yalnızca Sare İsmet Hanım’la Şakir Paşa’nın evlatlarıydılar. Onlar, köskte yaşamakla kalmışlardı. Her hallerinden belliydi, bizim gibi köşkün çocukları değil de, sakinleri oldukları. Yine de, o beyaz boyalı ahşap evde, doğan, büyüyen ya da sadece oturan her birimiz için yaşam, Ada’da zaman ve Ada sonrası diye, miladi önem taşıyan dönemlere ayrılacaktı.
....
Beni Ada’daki köşkte en etkileyen eşya, bir duvarı boydan boya kaplayan, üç metre yüksekliğindeki, Yıldız’dan getirilmiş yaldizlı aynaydı. Karşısında durur, kendimi kocaman aynanın içinde küçücük görürdüm. Arkamda geniş hol ve bu hole karşılıklı açılan sarı ve pembe salonların girişleri görünürdü. Bu salonlar biz çocukların dokunması yasak olan Servres ve Saks antika vazolarla ve biblolarla doluydu. Ortadaki ampir mobilyalarla döşeli büyük salonun sonuna, kızlari piyano çalarken notaları görebilsinler diye Şakir Paşa tavanda bir pencere açtırmıştı. Oradan yayılan ışık, etajerlerden fışkıran bitkilerin üstüne düşerdi. Cevat dayımın kızı Mutarra ve Suat dayımın üvey kızı Geraldine’le, döne döne yukarı çıkan merdivenin trabzanlarına oturarak aşağı kayar, üst üste yığılırdık. Kazık kadar olmasına rağmen, Aliye de bize katıldığı için, sürekli azar işitirdi. Üst katta da aşağı katın düzeninde bir hol ve karşılıklı iki salon vardı. Salonlardan birini oturma odası olarak kullanırdık. Büyük rahat koltukların bulunduğu bu odada, akşamüstü çayları içilirdi. Bahçeye bakan diğer oda ise, büyükbabam Şakir Paşa’nın çalışma odasıydı. Tavana kadar kütüphaneleri ve üstü her an karmakarışık, evrak ve kitapla dolu yazı masasıyla bize çok gizemli gelen bu odaya girmemiz yasaktı. Aliye’den ögrendiğimiz gibi, anahtar deliğinden içerisini gözlerdik ara sıra…
.....

(Şakir Paşa, Saray’a küsen devlet adamlarının ve paşaların gönüllü sürgün yeri niteliğindeki Büyükada’da, cami ile kilise arasındaki köskü satın almıştı. Beş ciltlik Osmanlı Tarihi’ni, bu köşkte yazmaya başlamıştı…

Ada’da zaman
Mis kokulu üzüm salkımlarıydı yaz ayları
Buzlu nar şerbetiydi kristal sürahilerde…


* * *

A.Kulin/Füreya/2000

2 yorum :

ayamaya dedi ki...

Ayşe Kulin'i okumamıştım ama bu yazıyı da sanki sizin hayatınızmış gibi hayranlıkla okurken büyü bozuluverdi :) paylaşım güzeldi teşekkürler

ozgrkdn dedi ki...

Teşekkürler Ayamaya;
ben de Beyoğlu'nun en güzel abisi kitabını sizden öğrenmiştim))
Neşeli aydınlık günler diliyorum ))